GELECEK İLE İLGİLİ HİKÂYENİZ YOK MU
BİRİNCİ BÖLÜM:
Kişiler için yazılmıştır. Kurum ve ülkeler ayrı bir kategoridedir.
Koşuşturma ve aşırı tüketim;
Şu üç günlük dünyada dün yok şimdi var yarın olacak mı bilmem. Yani günübirlik yaşamak bazıları için doğru olabilir şöyle de denilebilir bir lokma ekmek bir hırka dahası fazla…
Madem öyle nicedir bunca okul, bunca kurslar, imtihanlar, okumalar, yüksek lisanslar, doktoralar vesaire. Geldin 30’lu yaşlara hadi askerlik evlilik ev alma araba alma lüks semte lüks eşyalar.
Bunu çoğumuz isteriz değil mi?
Ha bir de lisan lazım hani derler ya bir lisan bir insan iki lisan iki insan yani biz iki üç insan da olmak istiyoruz. Hani bir lokma bir hırka, hani üç günlük dünya, hani azıcık aşım ağrımaz başım…
Sabahın köründe işe gitmek için koşuşturma karı-koca kahvaltı bile yapmadan alel acele hazırlanıp bir de saygın olmak için şık giyinme tıraş fön mön, bütün gün başkalarının isteklerini yapmak bir de baskı görmek akşam trafiği, zar zor eve geldin. Diyelim işten çıkalı iki saat olmuş yorgun mu yorgun eşin de aynı, yiyecek bir şey yok evde hadi bir telaş alel acele bir şeyler hazırlayıp yenecek. Bulaşıklar kalsın çok yorgunuz yarın erken kalkacağız… ya da bulaşıkları sen yıka ben yıka sofrayı ben kurdum sen kaldır… İkimizde çalışıyoruz ve de kadın erkek eşit değil mi?
Nerede sohbet, nerede sevgi, nerede eşlerin birbirine ihtiyacı, ne oldu şimdi hayata hazırlanıyoruz… Hayatı yaşıyoruz öyle mi? yoksa böyle mi? bir de çocuk olunca görün siz şimdi, hadi bir, iki hem kariyer hem çocuk yok öyle yağma çocuklar hasta olmaz mı, okula hazırlanması gerekmez mi? Öğretmeni çağırmaz mı? Hadi yetiş bir gerginlik bir gerginlik kadın da erkek de bitkin mi bitkin ne o, güzel yaşayacağız hep çaba bunun için değil mi?
Yaşayabiliyor muyuz hayat? Bu şartlar beni çok yordu!
Ha çocuklar iyi eğitim almalı ben birçok şeyden mahrum kaldım onlar kalmasın hem spor, hem müzik, hem yabancı dil hepsini de iyi öğrenmeli benim çocuğum en iyi olmalı hadi bakalım cumartesi pazar da gitti.
Çocukları kursa, spora, müziğe götür. Tabi daha önceleri kreşe götürüyordunuz. Çocuğunuza yeterli zaman ayıramadınız. Çocuk; anne, anneanne, babaanne, kreş üçgeninde kime uyum sağlayacağını şaşırmış şımarmış. Sen de şaşırmışsın hepiniz şaşırmışsınız.
Maalesef günümüzde toplum insanları bu hale getirdi. İnsanlara başka şans bırakmadı, durmadan tüketimi körükleyip sömürü düzeni kurulmuş.
Eeee ne olacak nasıl yapacağız başka imkân mı bırakıyorlar insana, bir açıdan doğru özellikle büyük şehirlerde herkes birbirine bakarak boyuna postuna bakmadan istiyor da istiyor. Kadınlar birbiri ile yarışıyor çocuklar marka tutkunu olmuş, erkekler her şeyin en iyisi olsun bin lira maaş alan iki bin liralık telefonum olsun istiyor. En iyi (!) sigarayı içeyim istiyor. Benim de evim büyük olsun, iki banyosu olsun, mutfağı büyük olsun.
Tabi huzur mu kalır o evde, bir hasta olmayasın nerden para bulacağım diye kıvranırsın. Hiç mi duymadın; ak akçe kara gün içindir. Hep harca hep harca kredi kartları cüzdanımızda üçer beşer, biri ile para çekip ötekinin borcunu kapat, bu döngü elbet tıkanıyor bir gün. Felaket mi felaket eşler arası huzursuzluk herkes birini suçluyor çocuklar huzursuz, evde saygı sevgi kalmamış. Ayrılmaya kadar gidiyor iş, dahası da oluyor bazen intihar eden de oluyor.
Demek ki kanaatkâr olmalı, sabretmeli mevcut durumuna şükretmeli.
Ben hatırlarım ayakkabıların altına pençe yapılırdı tek ayakkabısı vardı insanların. Sökülürdü bazı yerleri, elbiseleri yırtılırdı bazen, dikilirdi yama yapılırdı. Bir çorba konurdu sofraya otururdu 5-6 kişi aynı kâseden yerlerdi çok da lezzetli gelirdi. Bir de yanında başka yemek varsa değme keyfimize.
Şimdi de yamayalım mı elbiseleri; tabii ki hayır ancak hemen hepimizin 3-5 takım elbise, 10-15 gömlek 3-5 kazak, 3-5 çift ayakkabı fazla fazla. Halı kilim, yatak yorgan, tencere, tava, v.b. Ortalama bir ailenin evinde, en az iki ev eşyası çıkar bazı evlerden üç tane de çıkar. Belki dört bile çıkan evler vardır.
Lüzumsuz ve aşırı harcama, hâlbuki daha mütevazı olsa insanlar çok fazla eksiklik hissetmeyecek ve belki de daha huzurlu yaşayacak.
“Neydik… ne olduk…
Seher vaktinden önce teheccüde kalkmak için yatsı namazını kılıp hemen uyuyan dedelerimiz, sabah namazına kadar internet sayfalarında gezen çoğu internet gibi sosyal medya dediğimiz çoğunlukla ne yidüğü belli olmayan sitelerde gezip dolaşan sonrada sabah namazını bile kılmadan uyuyan sözde modern torunları olduk.
Evlerimiz İslamlaşsın diye cihat meydanlarından cihat koşan ecdadın, evim geniş olsun eşyam kaliteli olsun herkesten eksik bir şeyim olmasın hatta daha da iyi olsun diye bankadan bankaya koşup uygun kredi arayan torunları olduk…
Sabah namazını kaçırdığında ağlayan dedelerimiz, dizi kaçırdığı için ağlayan torunları olduk…
Sokaklarda bidonlar ile su tankerlerinde sıra bekleyen büyüklerimiz, sıcak su gelmesi için bidonlarca su akıtan çocukları olduk…
İki yamalı şalvardan birisini günlük diğerini de Cuma ve bayramlarda giyinen dedelerimiz, bir bayram giydiğini diğer bayram giymeyen nesil olduk…
Kur’an okuyamamayı, namaz kılmamayı ayıplayan dedelerimiz, kirada oturmayı halk otobüsü kullanmayı ayıplayan torunları olmuşuz…
Tek odalı evlerde on kişi yaşayıp namaz kaçırmayan şükür abidesi büyüklerimizin, geniş geniş ayrı odaları bulunan evlerde namaz kılmayan nimetlere şükretmeyen torunları olduk…”
Allaha şükürler olsun ki hala nimetler üzerimize sağanak sağanak yağıyorsa, belli ki içimizde şükür abidesi ve imanı güçlü insanlar var…
Rabbime şükürler olsun…
Konumuz bunlar değil bunlarla giriş yapmak istedim.
Herkesin geçmiş bir hikâyesi vardır. Geçmiş hikâyeleri mutlaka yazmalarını öneririm. Çünkü o zaman, geleceğin hikâyesini de yazma ihtiyacı duyacaklar. Belki de kendileri hataları ve güzelliklerini geçmişlerini hesaba çekecekler. Kısa orta ve uzun vadede ihtiyaç planlaması yapacaklar, yapma ihtiyacı duyacaklar.
Ben de bu çerçevede geçmiş hikâyemi yazmaya başladım ve fırsat olursa kitap haline getirmeyi düşünüyorum.
İKİNCİ BÖLÜM:
Bağımlılık ve alışkanlıklar;
Normal insanların dışında bir de bağımlı yani bakıma muhtaç hayatının bir safhasında doğuştan ya da bir şekilde yaşarken başkalarının bakımına muhtaç halde doğmuş ya da muhtaç hale gelmiş insanlar var. Bu insanlar toplumların içinde çok sayıda var. Şimdilerde kayıtlı hepsi, çünkü sosyal destek alıyorlar. Ayni ve nakdi yardım alıyorlar. Aslında bu kişilerin bir ailesi varsa aileleri de bağımlı oluyor bir ömür onların yanlarından ayrılamıyorlar. Hayatın içine girip normal insanlar gibi sosyalleşemiyorlar.
Bu insanlara tüm toplum olarak destek olunması gerekir. Batılı ülkelerde, örneğin Almanya’da bu tip bağımlı kişilerin hem meslek edindirme hem de birlikte yaşama kabiliyeti kazanmaları sağlanmaya çalışılıyor. Devlet de bu tip yerlere kişi başı ciddi destek veriyor. Lokalde de olsa bizde de bazı yerler var, ancak hem fiziki hem de maddi ve bilgi açısından batıdakilerine göre çok yetersiz. Bu tip bağımlı insanların tatbiki süreç içinde bir hikâyeleri var. En büyük korkuları; belki kendileri farkında değiller ancak ebeveynlerine bir şey olursa, ya da ölürse, bu tip bağımlı insanlar ortada kalıyor ve çok sıkıntı çekiyor, toplum bunun farkında bile değil umarım bu konuda daha duyarlı olunur ve sosyal devlet gereğini yapar.
Bir de asalaklar vardır. Bunlar fiziksel olarak çok sağlıklılardır. Aynı zamanda akıllıdırlar da fakat tembeldirler ve kendilerini başkalarına göre daha kurnaz olarak tanımlarlar. Çünkü çalışmadan günlerini gün ederler, hiç dertleri yoktur ya da hiçbir şeyi dert edinmezler, sorumsuz ve kaygısızlardır. Ama başkalarının kazançlarını kıskanırlar onlarda gözleri vardır. Sağdan soldan para isterler, şaklabanlık yaparlar ya da külhanbeylik. Bayan olanlar ise ailesine sürekli yük olurlar, güzel giyinmek, hiç iş yapmamak isterler. Küçük yerleşim yerlerinde olsun büyük şehirlerde olsun çok sık arkadaş değiştirirler, arkadaşlarının paraları ile caka satarlar. Erkek arkadaş bulup onun imkânları ile lüks yaşamak isterler hatta çoğu zaman kötü alışkanlıklar kazanır ve bu şekilde lüks yaşamayı sürdürmeye çalışırlar. Tabi bunların sonu hüsrandır. Hiçbir şekilde huzurlu düzgün bir hayatları olmaz. Evlenseler bile sağlıklı bir aile yuvası kuramazlar çünkü tatmin olmazlar doyumsuzdurlar ve kıskançtırlar. Çok para harcamak, çok gezmek eğlenmek isterler.
Tabi bu anlattıklarım ailesi olanlar için, daha kötüsü anne baba ayrılmış ya da gayrimeşru doğmuş bakımevlerine yetimhanelere verilmiş ve orada aile ortamını görmemiş, aile, ana, baba kardeş sevgisini hiç yaşamamış olanlar. Maalesef ülkemizde çoğu kez bu kızlar suiistimal edilerek kötü yollara sürükleniyorlar.
Toplum olarak da bu konuda hemen hemen hiç ciddi bir çalışma yok. Bunların hikâyeleri çok acı ama duyan yok.
Erkekleri ise köprü altlarında metruk binalarda yaşamaya çalışırlar bunlar çok daha tehlikelidirler, bağımlılıkları, sigara ile başlar tiner, alkol, esrar eroin ve ile devam eder. En azından çakı, bıçak taşırlar çok tehlikelidirler çünkü kaybedecek bir şeyleri yoktur. Eğitim almamışlar sıcak bir yuvanın ve sıcak bir ailenin sıcaklığını hiç hissetmemişlerdir. Polisten, Kanundan korkmazlar çoğu defalarca hapishaneye girip çıkmıştır ve daha da tehlikeli olmuşlardır. İş bulmaları çok zordur çünkü bir şekilde sabıka kayırları vardır. Barlarda fedailik yada mafya babalarının yanında tetikçilik yaparak kendilerine statü ve geçim şartları oluştururlar.
Ailesi olan tembel ve asalak tipler önceleri masum olarak anılan internet kafelerde bağımlı oluyorlar daha sonra kahvehaneler biraz para bulursalar kafelere takılırlar.
Aile ve akrabalarına sürekli iş aradıklarını söylerler. Aslında iş aramazlar ama iş bulamadıklarını söyleyip sürekli anne ve babalarını, aileden birilerini para için sıkıştırırlar. Bazen bir iş bulurlar ancak bir iki gün çalışıp ya işi beğenmezler ya parasını, huysuzdurlar kolay geçinmezler insanlarla.
İte kaka 6-7 ay çalışırlarsa bile bir şekilde işten attırırlar kendilerini tazminat alıp bir de işsizlik aylığı aldılar mı 7-8 ay o paraları yerler sigara ve içki içerler, kısmen uyuşturucu madde de kullanırlar. Bir arkadaş grupları vardır hepsi birbirine benzer.
Hatta bazen kasıtlı iş kazası yapıp uzunca bir istirahat alırlar. Bu süre içinde çalışırken aldıkları ücretten daha çok para alırlar, (vergisel nedenlerle) kanun böyle. Çoğu kez işveren aleyhine dava açarlar, ileride yalancı şahitle yüklü de bir tazminat talep ederler. Tutturabilirlerse onu da alırlar. Asalak bunlar, tembeldirler, çokbilmişlerdir. Ukaladırlar. Hiç kimseyi de beğenmezler. Toplum için yüktür bunlar. Hep iş ararlar ama çalışmazlar demiştim. Ülkede işsizlik oranını bunlar yükseltir. Benim firmamda (Gebze) hem İşkur’dan (iş bulma kurumu) hem gazetelerle hem de firmamın duvarına astığım iki adet 3×5 metre boyutlarında çeşitli vasıflarda elemanlar aranıyor diye 6 aydır ilanlarım var. Henüz müracaat eden sayısı 10 kişi olmadı. Ya işi beğenmiyor ya ücreti beğenmiyor ya ortamı beğenmiyor, ya da zaten çalıştıkları halde daha yüksek maaş arıyorlar. O nedenle ve daha başka nedenlerle; çalışacak eleman bulamıyoruz en önemlisi de ahlaklı eleman bulamıyoruz.
Çok kolay yalan söyleyebiliyorlar çok kolay mazeretlerle sürekli devamsızlık yapabiliyorlar. Çünkü sorumluluk yok bir şekilde geçiniyorlar aileleri işsiziz diye sosyal yardımlaşma kurumunda para ve gıda desteği alıyor. Partiler de çeşitli destekler veriyor, kahvede, kafede oturup keyif yapmak varken neden çalışıp yorulsunlar.
Bu konu ülkenin gelişmesinin önünde önemli engellerden bir tanesi, çözüm için de hiçbir önemli çalışma yok. Saldım çayıra Mevla’m kayıra!
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM:
Köylünün, kasabalının durumu başka alem.
Önce bizim köyden örnek vermek istiyorum. Kırk haneli köyümüzde yaz kış oturup tarım ve hayvancılık ile uğraşan sanırım iki ya da üç kişi/ile var, birisi muhtar diğeri Gabaşın Mehmet. Muhtar elli, Mehmet altmış yaşlarında. Yanlarında oğullarından bir tanesi, gelinleri ve torunları ile ağırlıklı hayvancılık yapıyorlar. Kurban bayramına et sığırcılığı eh biraz da kendilerine yetecek kadar süt hayvanı, hayvanlarının yemi için köyün boş tarlalarından birkaç verimli tarlayı ekip biçerler o kadar. Köyde kalan diğer kişiler büyük şehirlerde özellikle de İstanbul’da çalışıp emekli olan 50 yaş üstü köylüler, hayvancılık yapmaz, tarla ekmezler yalnızca evlerinin bahçelerinde mevsim sebzesi ekerek kendi sebze ihtiyaçlarını giderirler. Kış için ya da geldiklerinde yakmak için bu sayı 10-15 hane ancak vardır orman köyü olduğundan ihtiyaç odunu kesimi yaparlar. Aslında geçmiş yıllardan aldıkları ihtiyaç odunları belki iki üç yıl daha yeter ancak gözü doymaz bizim insanımızın bir de bedava olunca köy nüfusuna kayıtlı olanların alanlarını da kesmek isterler. İlçede oturanlar bu odunlardan otomobillerinin bagajına koyarak kayıt dışı(Yasak yollarla) ilçedeki evlerine götürürler.
Ayda bir emekli maaşı almaya ilçeye gelip diğer ihtiyaçlarının alışverişini yaparlar.
Boyabat’ın çeltik (pirinç) üreten köyleri hariç diğer köylerin nerede ise tamamı yukarıda anlattığım gibidir. Yani köyler artık üretim yeri olmaktan çıkmıştır. Atatürk’ün dediği gibi artık köylü üretmez; bu nedenlerle bence milletin efendisi olma hakkını kaybetmiştir.
Peki bu ülkenin tahıl, sebze, meyve v.b. üretimini kim yapıyor o zaman sorusu geliyor akla.
Artık bu tip işler profesyonelleşmektedir iyi de olmaktadır. Dünyada gelişmiş ülkelerde tarımda çalışanlar ülke nüfusunun %5’ini geçmemektedir. Bu ülkelerde tarım son derece modern makine ve ekipmanlarla üretilmektedir. Bizde de bu aşamalara gelme eğilimi vardır ancak zaman alacak biraz. Ülkemizde seracılık hayli gelişmiştir ve bu işlemi bir kısmı köylü ve profesyoneller yapmaktadır. Genellikle güney bölgelerimizde her mevsim her türlü ürün yetiştirilmektedir. Bu ürünler ülkenin ihtiyacını karşıladığı gibi önemli miktarda ihracatı da yapılmaktadır.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM:
Bir kesim kırklı yaşlarda emekli olup bir daha çalışmamakta ve uzun yıllar tüketici olarak yaşamaktadırlar. Yirmi beş yıl hatta daha fazla yıl emekli maaşı almaktalar. Bu şekilde çalışan sayısı ile emekli sayısı dengesi sıkıntılıdır ve Sosyal Güvenlik Kurumları bu dengesizlikten dolayı milli bütçeden sürekli destek almaktadır. Neyse ki şimdilerde emekli yaş sınırı 60’lara getirildiğinden biraz daha iyileşme söz konusudur.
Bir de genç yaşta iş hayatına atılan yani kendi işinin patronu olmaya çalışan bir kesim insanlar var. Biraz da onlardan bahsedip kendi hikâyeme geçeceğim. Bu tip insanlar özgürlüklerine çok düşkündürler, genellikle emir almaktan hoşlanmazlar o nedenle kendi işimin hamalı, amelesi olayım diye yola çıkanlar, bu yol çok zorludur, çok çetindir. Hele bir de meslek sahibi olamamışsan vay haline. Uzun süre sürünürsün adeta, tabii sermayesi de yoktur. Pazarlarda limon satarlar, işportacılık, yaparlar, çoğu kez belediye zabıtaları ile bir şekilde anlaşamamışlarsa köşe kapmaca oynarlar, bazen de tezgahı kaptırırlar zabıtaya. Gece gündüz el emeği ile didinir dururlar.
Bir şekilde belki de tesadüflerle başlayan bir hayat, geleceğimizi planlamak oturup hesap yapmak nerdeee… Ama olmazsa olmazım kendi işimin patronu olmak ve hiç kimsenin boyunduruğu altına girmemek.
Güzel de kolay mı? Elbette çok zor çok büyük sıkıntılara hazır olmalısınız. Evet, ben de çok sıkıntılar çektim ama asla yılmadan sabırla, ısrarla devam ettim. Ama hikâyesiz!, hep günün akışına göre yol aldık.
Belki birileri için çok planlı ve uzun vadeli hesap yapan biri gibi görünüyor olabilirdim, ancak benim için hep günü kurtarmaktı, aslında yapmaya çalıştıklarım. Hadi yeni bir iş küçük bir dükkânım olsun. Bir makine bir masa bir mengenem olsa neler yaparım neler! Borç harç alırsınız, ama yetmez hadi yeni bir makine, bir tane daha, çalışma alanınız yetmez yeni bir yer, kiradasınızdır rahatsızlık verir bu size. Daha büyük bir yerim olsun, kendimin olsun. Araba, ev almak istersiniz ve alırsınız bir şekilde.
Şimdi baktığımda birçok kişinin bir şekilde yaptığı, yapmaya çalıştığı sıradan işler, sıradan planlar. İşte günü kurtarmak tatbiki çok gerekli olmazsa olmazınız. Yoksa ertesi gün daha büyük sıkıntı yeni yeni problemler üst üste binerde ezilir yok olursunuz. Bu nedenle herkesin uzun vadeli planları(ben buna gelecek hikâyesi diyorum)olmalı. Bu nede demek, nasıl olmalı… Yaptığınız işte en iyi, Marka, hatta daha ileri dünya markası olmanın hesaplarını yapmalısınız. Bu konuda başarılı olmuş insanların bir kısmı tesadüfler lehine peş peşe gelmiş ve o yolda ilerlemesini sağlamışsa da çoğunluk daha planlı ve hedef belirlemiş insanlar başarılı olmuşlardır. en önemli kriterlerden bir tanesi istikrarlı ve çok çalışmaktır. Ahlaklı ve sözünüze güven, itibarda en önemli kriterlerdendir. Tabi başarıya giden yolda risk her zaman vardır. Bunu da göze alıp yol kazalarına takılmadan gerekirse düştüğünüz yerden tekrar kalkıp yolunuza devam etmelisiniz…
Sağlıcakla kalın. Aralık 2015 Gebze
Halit Uçar
Halit.ucar@ucar.com.tr