14 Ekim 2015 Çarşamba
14 Ekim 2015 Çarşamba
Süleyman’ı kaybettik.
Telefonda Nadir Kaya yeğenim Saadet’in eşi Süleyman’ı kaybettik diyor eşim Ayşe Uçar’a.
Süleyman ablamın oğlu 1980 doğumlu doğuştan gelişmemiş tam, 4-5 yaşlarında kalbi delik diye ameliyat ettirdik Çapa’da. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde uzun süre hastanede kaldı. Ablam da yanında refakatçi fakat tam sağlığına kavuşamadı.
35 yaşında yaklaşık 35 kg gelirdi. Kendi kendine yetebilir, akli dengesi ve vücut melekeleri yerinde sevimli herkese iyi davranır bir kişi idi. Saygıyı sevgiyi bilirdi Süleyman. Kendi başına çarşıya gider bulduğunda hurda toplayıp annesine verir onu da satıp Süleyman’a verirdi annesi. Genellikle şehir merkezinde bulunan Beyazıt Cami bahçesinde geniş avlusunda ve yakınındaki mekanlarda geçirirmiş vaktini. Eline geçen para ile Boyabat’ın meşhur Sırık Kebabından yermiş ara sıra.
Beyazıt Cami 1492 yılında yaptırılmış tarihi bir cami. Bu caminin cemaati diğer camilere göre çok daha fazla. Namaz kılmaz, hem fiziki hem akli olarak namaz kılmayı anlayacak durumda değildi. Ancak cemaat onu çok severmiş ara sıra para da verirlermiş.
Nadir Kaya, Süleyman’ı kaybettik deyince eşim Ayşe Uçar, Süleyman’ın bir yerlere gittiğini ve bulamadıklarını anlamış önce.
Nereye gider nerede kaybolmuş der sonra Nadir düşmüş, düşmüş deyince nereye düşmüş sorusuna Nadir öldü öldü diye cevap verir.
Biz de çok severdik Süleyman’ı. Süleyman, babadan dedesinin adı. Soy, isim isim devam etsin diye dede, oğul, torun, isimler takip eder Anadolu da genellikle.
Fakat burada maalesef bu takip kesildi. Zaten Süleyman evlenip çoluk çocuk sahibi de olacak durumda değildi. Nispeten özürlü idi zaten devlet de özürlü maaşı bağlamıştı.
Tam bilemeyiz nedendir. Ancak ablamın eşi amcamın oğlu yani akraba evliliği yapmışlardı.
Dedem İdris Uçar köydeki mallar tarlalar bölünmesin zaten yeteri kadar mal mülk yok kızlar dışarı gitmesin diye böyle yaptı.
Artık tıbben de ispatlanmış akraba evliliklerinde çocukların özürlü doğmaları/olmaları oranı hayli yüksek.
Süleyman da o nedenle olabilir diye düşünüyorduk.
Ölüm haberini alınca Gebze’den Boyabat’a gitmeye karar verdim.
15 Ekim Perşembe saat 04.00’da yola çıksak öğlen namazını müteakip köy mezarlığına defnedilecek cenazeye yetişiriz diye düşündüm.
Ağabeyim Mehmet Uçar, rahmetli Süleyman’ın ablasının oğlu Kocaeli Tıp Fakültesinde okuyan Muhammet Okan Kaya ile birlikte eşim ve ben yola çıktık.
Boyabat’a gitmek için İstanbul-Ankara otoyolundan Gerede ayrımından dönülerek Samsun ya da Kastamonu istikametine ayrılarak gidilebiliyor.
Yollarda sis var bir de erken kalkmışız, konuşurken Gerede ayrımını kaçırdık. Ne zaman Çamlıdere çıkışını gördük yolu kaçırdığımızı fark ettik. Geri döndük 50 km fazla gitmişiz. 50 km de geliş 100 km fazla yol gitmişiz. Süreyi kapatmak için biraz hızlı gitmişiz ki trafik polisleri çevirince anladık. 144 km ile radara yakalanmışız. 391 TL ceza kestiler. Erken ödeme indirimi ile 300 TL’nin altında bir bedelli kendimize geldik. Yollar çok virajlı köy ve şehirlerin içinden geçiliyor. 50 km-70 km-90 km hız sınırlamaları var sık sık mümkün olduğunca uymaya çalıştık hız sınırlamalarına cezayı yiyince. Gene de 600 km’lik yolu biz 700 km gittik. Saat 10.30 Boyabat’a geldik.
Cenazeyi köyümüze (Bengübelen) götürmüşler. Köyde öğlen namazını müteakip cenaze namazı kılınacak ve köy mezarlığına defnedilecek.
Köy mezarlığı köyümüzün güney tarafında Keseköy, Boyalı yolu üzerinde ve köyden yaklaşık bir km uzaklıkta. Eskiden köyümüzdeki cenazeler tabutların altındaki kollardan tutularak omuzlarda bu mesafe yaya gidilirdi. Mezarlıkta benim bildiğim bizim aileden dedemin babası Mehmet , annesi Şaziye, eşi Ayşe, dedem İdris, amcam Süleyman, eskilerde aileden köyde doğmuş ölmüş küçük çocuklar yatmaktalar. Mezarlığın köyle birlikte kurulduğu sanılmaktadır. Ancak ne kadar eski olduğunu bilen yok. Köyün kuruluşunu da bilen yok.
Cenaze namazı kalabalıktı. Köyümüzde kurulu bina olarak 40 hane var ancak bunlardan 8-10 hanede 2’şer 3’er kişi yaşamakta yani toplasan özellikle kışın toplam 20 kişi civarında yaşayan vardır. Genellikle yaşlı emekliler bir kısmı yazın nisan, mayıs gelir; ekim, kasım dönerler büyük şehirlere.
Böyle bir köydeki cenazede yaklaşık 100 kişilik bir cemaat vardı. Bir kısmı ilçeden bir kısmı yakın köylerden gelmişti.
Boyabat’ta anons sistemi var bir hadise oldu mu şehrin her köşesine kurulmuş hoparlörlerden anons yapılıyor. Cenaze, kayıp, özel bir durum, düğün hatta balık geldiğinde bile anons ile duyuruluyor. Cenazeye ilçeden de gelenler olmuştu. Belediye cenazeyi bir cenaze aracı ile köye göndermiş.
Cenaze aracı önden diğer araçlar arkadan köy mezarlığına vardık. Mezar kazılmıştı hemen dedesi Süleyman Uçar’ın yanına. Toprak o kadar yumuşak nerede ise kürekle kazılacak kıvamda. Defin yapıldı. Toprak üzerine örtüldü. Dualar edildi, dönüldü köye.
Köy camisinin önünde misafirlere ve köylülere Nadir Kaya (eniştemiz)’nın yaptırdığı kıymalı kır pidesi ve ayran ikram edildikten sonra cenaze için gelenler gittiler.
Biz de köyün en üst başında bulunan dedelerimizin yaptırdığı 2015 başında kısmen hasar görmüş ve tamir ettirilmiş evimize gittik.
Cenaze evi gelenler oldu. Akşam olduğunda bir kısmımız Süleyman’ın annesi, babası, kardeşleri ilçede oturduklarından ilçeye gittiler. Ertesi gün cuma idi. Cuma namazını köyde kılmak istedim. O nedenle köyde babasının evinde kalan Sündüs (eşimin dayısının kızı) ve eşi Nazım Koçmaroğlu’nu geçici yaşadıkları eşimin dayısı Ahmet Türk tarafından eski ev yıktırılarak yaptırılan betonarme iki katlı evde kaldık.
Ahmet Türk bu evi yaptırdıktan sonra nerede ise hiç oturamadı vefat etti ama ev köy evi değil sanki her türlü ihtiyaç düşünülmüş bir de kalorifer olsa tam villa.
Cuma günü köy camisinde cuma namazını kıldık. Yaklaşık 18 kişi çoğu yaşlı eski tanıdıklardı hepsi. Eskilerden sohbet ettik, eskileri yad ettik. Onların anılarını dinledik, sorunlarını anlattılar dinledik.
Aslında köyün hiçbir sorunu yok elektrik, su, telefon her türlü imkân var. Orman köyü olduğundan her yıl belli bölgelerden ihtiyaç odunu (meşe) alır köylüler. Bu nedenle yakacak masrafları da yok zaten nerede ise hepsi bir şekilde emekli her ay aylık da alıyorlar. Yaz kış su sıkıntısı da yok. Herkes bahçe yapıyor, sebzelerini bahçelerinden karşılıyorlar.
Cuma, cumartesi dönmeyi düşünüyordum. Kardeşim Adnan İdris ve yeğenim Yalçın Uçar ve oğlu Emre Uçar cumartesi geleceklerini söyleyince Pazar dönmeye karar verdim. Onlarla bir gün geçirelim beraber köyde ve ilçede, öyle de oldu.
Cumartesi 17 Ekim 2015 günü saat 11.30-12.00 gibi Gebze’den çıkmışlar 17.30 gibi Boyabat’a geldiler. Ablamın evinde akşam yemeğinde birlikte olmak istiyorduk. Hamsi yeni gelmişti alalım dedik evet gerçekten yeni gelmiş Sinop’tan. Zaten hamsinin en iyi çıktığı yerdir Sinop iyice yağlanmış balık.
5 kg aldım burada balık ayıklamıyorlar. Ağabeyim Mehmet Uçar’a ya balığın parasını ver ya da ayıkla hangisini istersin dedim aslında ikisine de razı değildi mecburen ayıklamayı kabul etti. Yeğenim Saadet ile birlikte ayıkladılar.
Büyük tepsilerle iki tepsi oldu zeytinyağı da döktük üstüne bolca soğan koyup verdik fırına. Davul fırın dediğimiz fırında iyice pişti.
14 kişi tıka basa yedik çok da lezzetli olmuştu. Son zamanlarda yediğim en lezzetli hamsi olmuştu. Sofradan da en son Saadetle ben kalktık.
Yemekten sonra Onlar köydeki yeni tamir ettiğimiz evde yatmak istediler. Zaten bir gece kalacaklardı burada köye gittiler ve orada kaldılar.
Sabah geldiler kahvaltı için özel bir plan yapmıştık. Nadir Kaya’yı görevlendirdik hep beraber. Boyabat’ın meşhur Kale bağında Pazar günü kahvaltı yapacaktık saat 10.00-10.30 gibi Kale bağında olduğumuzda Nadir önceden alışveriş yapmış semaveri yakıyordu.
Aynı zamanda mangal da getirmiş tavuk ve köfte hazırlamış. Adnan da Boyabat’ın meşhur Sırık Kebabından almış. Sırık Kebabı Boyabat’ın meşhur kebabıdır. Çok uzun yıllardır Boyabat’ta sürekli her gün yapılıp dükkânlarda satılır.
Özellikle kurban bayramlarında köylerde hemen her evde bu kebap yapılır ve kebap yapmak için ocaklar özel olarak tasarlanıp üretilmiştir. Bu kebap köylerde seyis dediğimiz erkek keçi yani tekenin burulması hayalarının burulup alınması ile seyis olur. Doğrudan tekenin eti kokusu nedeni ile yemezler bizim oralarda. Seyis eti ise kokmaz, çok yağlı olmaz bu nedenle pişme esnasında yağ kaybetmediğinden daha çok et çıkar.
Koyundan, kuzudan da yapılır daha da lezzetli olur ancak pişme esnasında yağ kaybettiğinden kilo kaybeder ve azalır bu nedenle kurbanlarda bu pek tercih edilmez.
Seyis ya da koyun kesilip yüzüldükten ve iç organları temizlendikten sonra boydan boya bir sırığa geçirilir. Arka ayakları sırığın önünden arkasına doğru çekilerek ağaçtan yapılmış bir çubukla birbirine geçirilip sabitlenir. Ön ayakları gövdeye yakın yerden kesilerek göğüs kısmı ayakların sığacağı kadar yarılıp bu kollar oraya sokulur. Gövdenin içine soğan ve tuz konulup gene yaklaşık kalem kalınlığında veya biraz daha kalın ağaç çubuklarla dikilir. Bu dikişten içteki tuz yağ v.b. dışarıya sızmayacak şekilde yapılır. Koyun veya seyis artık pişirilmeye hazırdır.
Büyük ocak başı dediğimiz bizim köylerde hemen her evde ateşle ekmek yapılan yemek pişirilen yerlerdir. Bir büyük seyis, koyun uzunluğunda genişliği vardır bu ocakların yüksekliği ise iki tane kebap yapacak kadardır.
Meşe odunu ya da çıralı çam odunları bu ocak başının arkadaki iki köşesinde yüksek ateşle yakılır.
Yanan alevle seyis/kuzunun arasında yaklaşık 80 cm civarında mesafe olmalıdır. Yoksa etin dışı yanar içi pişmez.
Ocak başının iki kenarındaki 3 cm kalınlığında ikili çubukların üstüne sırık konulur ve çevrilmeye başlanır.
Bu arada etlerden akan yağlar yere akmasın diye büyük bombeli yufka ekmek pişirdiğimiz saclar çukur tarafı yukarı gelecek şekilde konur. Yağlar buna akar bu yağlar zaman zaman dönen kebabın üstüne sürülür.
Bu şekilde 4-5 saat elle ağır ağır çevrilir. Şimdilerde motorlu düzenek yapmışlar.
Nar gibi kızarmış kebapların tadına doyum olmaz. Bol soğanla yenirse daha iyi olur ancak seyis eti çok yenir ve üzerine çok su içilirse ishal yapar dikkatli olmak lazım.
O arada yazları köyde duran kışları İstanbul’a gelen Şakir Güney (dayım) ile eşi yengem Kezban da gelmişlerdi yanımıza.
Çok güzel bir ortam yapmışlar çardak yapmışlar ve saha tertemiz yeşillik önünden Golaz Çayı akıyor bir tarafta Boyabat Kalesi muhteşem ve ulaşılmaz görünüyor. Kalenin içinden bir tünel yapmışlar kaleyi yapanlar dar ve alçak o tünel şehrin merkezinde bir yere çıkıyor muhasara zamanlarında düşmandan kaçmak yada mühimmat ve yiyecek temini için yapılmış sanırım.
Yaklaşık 2 saat kahvaltı ve yemek bir arada çok güzel bir vakit geçirdik. Öğlen vakti olmuştu. Lavabolar ve mescit de vardı her yer temiz sular akıyor. İbadetimizi de yaptık. Son bir gezintiden sonra vedalaştık. 13.30 gibi vedalaşıp ayrıldık.
Böylece cenaze için geldiğimiz ilçemiz ve köyümüzde çok uzun zamandır gelemediğimizden aynı zamanda hasret gidermiş olduk.
Bundan sonra inşallah daha güzel günlerde tekrar geliriz…
Bu yazının resim galerisi için Lütfen Tıklayınız
Gebze 18.10.2015
Halit Uçar